Güneydoğu Anadolu turumuzun ilk ayağı olan Urfa'daki gezimize, uçağımız sabah çok erken olduğu için kahvaltıyla başladık (kahvaltıyı Urfa Mutfağı yazımda uzun uzun anlatmıştım). Eski adı Küçük Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu Konağı olan ve 19. yy'ın 2. yarısında inşa edilen Cevahir Konuk Evi'ndeki kahvaltımızın ardından şehirdeki gezintimize başladık. İlk durağımız Cevahir Konuk Evi'nin hemen karşısında yer alan Selahaddin Eyyübi Camii oldu.
Yeniyol'daki bu caminin yerinde, daha önce 457yılında yaptırılan Aziz Youhanna (Vaftizci Yahya) Kilisesi bulunuyormuş. Selahattin Eyyubi döneminde yapı kısa bir süre cami olarak kullanılmış. XIX yüzyılın ortalarında ise burada bulunan eski kilisenin üzerine bugünkü yapı inşa edilmiş. Yapı uzun yıllar harap durumda kalmış ancak 28 Mayıs 1993’te onarımı yapılarak ibadete açılmış. Caminin yapı malzemesi kesme taş olup, caminin yapımında bazilika plan üslubu açıkça görülebiliyor. Yapının üzerindeki pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunuyor.

Balıklı Göl'e doğru ilerlerken, önce tarihi çarşılardan gümrük Han'ı ve Bedesten'i gezmeye karar verdik. Gümrük Hanı (sağdaki resim), Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1563 yılında Urfa Sancakbeyi Halhallı Behram Paşa tarafından yaptırılmış. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde "Yetmiş Hanı" olarak anılan Gümrük Hanı, Şanlıurfa'daki hanların en güzel ve anıtsal örneklerindendir. Dış cepheleri kaplayan iki renkli kesme taşlardan dolayı “Alaca Han” adıyla da bilinir. İki katlı bu hanın üst katındaki odalarda terziler çalışmakta, avlusunda ise çayhaneler bulunuyor. Gümrük Hanı'a bitişik olarak 1562 yılında inşa edilen kapalı çarşı şeklindeki Bedesten düzgün kesme taşlardan yapılmış. Şanlıurfa Bedesteni Anadolu'da otantik değerini yitirmeyen ender çarşılardandır.
Urfa'yı gezince neden padişahlar kenti dendiğini anladık. Şehrin insanı kendine çeken, gizemli bir havası var ve aynı zamanda da büyüleyici! Özellikle Balıklı Göl çevresindeki tarihi bölge insanı kendine hayran bırakıyor. Balıklı Göl'ün girişindeki tabelada tarihi yarımada ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Gezeceğimiz yerleri buradan belirleyerek rotamızı çizdik ve Balıklı Göl'den başlamaya karar verdik. Balıklı Göl, Şanlıurfa şehir merkezinde yer alan ve İbrahim Peygamberin ateşe atıldığında düştüğü yer olarak bilinen, kutsal balıkları ve çevrelerindeki tarihi eserler ile Şanlıurfa'nın en çok ziyaretçi çeken yerlerinden biri.

Halil-ür Rahman ya da yaygın adıyla Balıklı Göl'ün efsanesine gelince; Üç büyük dinin de tanıdığı İbrahim Peygamber, inanışlara göre bu topraklarda doğmuş. Bir gün baş kâhin, Kral Nemrut'a gelir ve o yıl doğacak bir çocuğun putperestliği ortadan kaldıracağını ve kendisini öldüreceğini söyler. Bunun üzerine kral, o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Nemrut'un askerlerinden olan Azer, karısı Nuna Hatun hamile olduğundan, onu kale yakınlarındaki bir mağaraya gizler.
Nuna Hatun, oğlu İbrahim'i doğurduktan sonra, onu mağarada bırakarak eşinin yanına döner. Bir rivayete göre Hazreti İbrahim kendi baş parmağını emer ve parmağından gelen sütle beslenir, bir başka rivayete göre de bir ceylan onu emzirir. Büyüdüğünde babasının yanında yerini alır. Fakat onların inandığı putlara değil, dünyadaki her şeyin yaratıcısı olduğuna inandığı tek Tanrı'ya tapar. Bu uğurda babasının ve tabii ki Kral Nemrut'un da taptığı putları kırar. Nemrut bu olaya çok sinirlenir ve İbrahim’in öldürülmesini emreder. O gün ülkede yemek için dahi olsa ateş yakılması yasaklanır, bütün odunlar toplanır ve büyük bir ateş yakılır.
Hazreti İbrahim Urfa kalesinin burçlarında hazırlanan mancınığa konularak bugün Balıklı Göl'ün (Halil-ür Rahman Gölü de deniliyor) olduğu yere atılır. Bu sıra Tanrı buyruğuyla ateş suya, odunlar balığa dönüşür. Hazreti İbrahim ise Balıklı Göl’ün hemen yakınındaki gül bahçesine düşer. Yine bir rivayete göre sevgilisi olduğu söylenen (ya da Hz. İbrahim’e inanan tek kişi) ve aynı zaman kralın kızı olan Zeliha da kendini İbrahim Peygamber'in arkasından atar ve hemen Balıklı Göl’ün arkasında Ayn-ı Zeliha Gölü oluşur. Başka bir deyişe göre de, Ayn-ı Zeliha Gölü, arkasından ağlayan kral kızı Zeliha'nın gözyaşlarından doğmuştur.
Balıklı Göl'ün hemen yanında yer alan Halil'ür Rahman Külliyesi'nin ilk binası XIII.yüzyılda yapılmış, XVIII.-XIX.yüzyıllarda yeni yapıların eklenmesi ile külliye konumuna getirilmiş. Yapı topluluğu Halil’ür Rahman Camisi, Halil’ür Rahman Medresesi, Rıdvaniye Camisi, Rıdvaniye Medresesi ve hazire ile bütünleşerek bir külliye haline gelmiş. Külliyenin en eski yapısı gölün kuzey kıyısındaki Halil’ür Rahman Camisi’dir. Halk arasında bu camiye Döşeme Camisi veya Hz.İbrahim’in makamından ötürü Makam Camisi ismi de verilmiş. Şanlıurfa’daki en erken tarihli cami olarak nitelenen bu yapının Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından yaptırıldığı ileri sürülürse de, minaresinin batı ve kuzey cephelerindeki kitabesinde h.608 (1211-1212) yılında Selahaddin-i Eyyubi’nin yeğeni El Melikü’l Eşref Muzafferüddin Musa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Bazı iddialara göre de bu caminin bulunduğu yerde eski bir kilise bulunuyormuş. Bu kilise, 504 yılında Meryem Ana Kilisesi olarak yapılmış.
Gezimize kaleye doğru yürüyerek devam ettik. Kaleye giderken yol üzerinde mağara kafeleri göreceksiniz. Bu kafeler eski mağaraların düzenlenip yenilenmesiyle oluşturulmuş. İçine girip baktığınızda gerçek bir mağarayla karşılaşıyorsunuz, şaşırmayın :) Yolumuza devam ettik ve dimdik bir yokuşu geçip Urfa Kale'sine vardık. Urfa Kalesi’nin M.Ö. 9500 yıllarına ait neolitik bir yerleşim höyüğü üzerine kurulduğu tahmin ediliyor. Kalenin üzerindeki korinth başlıklı iki sütun Edessa Karalı IX. MANU döneminde, M.S. 240-242 yılları arasında birer anıt sütun olarak yapılmış.
Doğudaki sütunun kente bakan yüzünün 3 metre yukarısındaki Süryanice kitabede: "Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneşin oğlu)'in oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht Prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe ŞALMETH için yaptım" yazılı. Kalenin sütün hariç diğer kısımları M.S. 814 yılında Abbasiler döneminde yeniden restore edilmiş. Urfa Kalesi’nin, üç tarafı kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilii Urfa Kalesi’nde yapılacak bir arkeolojik kazıda M.Ö. 9500 yılından Osmanlı Dönemine birçok uygarlığa ait kültürel varlık ve bu uygarlıklara ait yapı kalıntılarının bulunacağı düşünülüyor.
Urfa'daki son durağımız Göbeklitepe oldu. Göbeklitepe, M.Ö. 10.000 yani günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Arkeolojik Tapınağı”. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin işbirliği ile keşfedilen Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, ağzı açık ve dişleri korkunç bir şekilde betimlenen kurt kafaları, yaban domuzları, leylek, tilki, ceylan, yabani eşek, yılan, akrep, aslan örümcek ve kafası olmayan insan kabartması vb. ortaya çıkan bulgular 12.000 yıl önce yerleşik hayata geçen bu dönem insanının inançlarını yansıtan önemli bulguları oluşturuyor. Göbeklitepe'de kazılar hala devam ediyor. Umarım Zeugma gibi bir kısmı kaybedilmeden tez zamanda bütün tarihi eserler kaybolmadan ortaya çıkarılır.
Urfa turumuzun ve yazının sonuna geldik. Ben Urfa'yı çok beğendim ve herkese görmesini tavsiye ediyorum. Şehrin kendine has, farklı bir dokusu var ve bunu sokak aralarında dolaşırken bile hissedebiliyorsunuz. Çok uzak değil, uçakla sadece 1 saat. Bir haftasonunuzu Güneydoğu'ya ayırın, birçok yenilikle karşılacaksınız derim ;) Herkese iyi gezmeler şimdiden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder