İskoçya turu yaparken başkent Edinburgh'tan sonra yolumuza arabayla iki saat uzaklıkta olan Glasgow'la devam ettik. Aracımızı park edip yürüyerek şehir merkezinden gezimize başladık. Glasgow, tarihi eserlri çok iyi korunduğu için insanda bir film setinde yürüyormuş etkisi bırakıyor. Clyde Nehri'nin kıyısına kurulmuş şehrin tamamında taş binaların sebep olduğu sarı rengin hakim olduğunu görebilirsiniz.
Gezimize 13. yy'da inşa edilmiş olan Glasgow Katedrali ve Necropolis'ten başladık. Katedral türünün nadir örneklerinden çünkü genelde o tarihlerde yapılan birçok bina bir şekilde yıkılmış, günümüze gelene kadar çeşitli renovasyonlara uğramış durumdalar. Ancak Glasgow Katedrali herhangi bir ekleme olmadan orjinal haliyle günümüze kadar gelmiştir. Katedralin, 6. yy'da inşa edilen St.Mungo Şapeli'nin üzerine inşa edildği biliniyor. Katedral iki katlı olup, içerisinde St. Mungo'nun mezarı da bulunmaktadır. Katedralin hemen yanındaki Necropolis'te ise Glasgow'daki güçlü ailelerin mezarları ve anıtları bulunuyor.
Katedralin yanında birçok heykel görebilirsiniz. Bu heykeller şehrin ileri gelenlerinin, şehre önemli eser verenlerin heykelleri. Heykellerin tam karşısında St. Mungo Müzesi'ni görebilirsiniz. St. Mungo Müzesi, şehrin en eski evine kurulu olan bir din müzesi. Biz gittiğimizde restorasyonda olduğundan dolayı kapalıydı bu yüzden gezemedik ama 2011'de açılacağı yazıyordu, bu zamanlarda açılmış olmalı.
Şehrin merkezindeki son durağımız eski Borsa binasının yerine kurulan Modern Sanat Galerisi oldu ancak eşim de ben de pek modern sanat meraklısı olmadığımız için zamanımızı daha efektif kullanabilmek adına burada çok az kaldık. Şehir merkezini gezdikten sonra daha uzak kısımda bulunan ve asıl hedefimiz olan müzelere gitmeye karar verdik. İlk durağımız İskoçya'nın en geniş koleksiyonuna sahip olan Kelvingrove Sanat Galerisi oldu. Kelvingrove Sanat Galerisi, 2003'te başlayarak 3 yıl devam eden ve 28 milyon pounda mal olan bir renovasyondan sonra 2006 yılında tekrar kapılarını açtı. Bu müzede en ünlü İngiliz ve İskoç ressamların resimleri, heyhelleri bulunuyor. Ayrıca Sophie'nin Mağarası adlı salonda sergilenen ve farklı ifadelerden oluşan yüzlerin tavandan asılarak sergilendiği kısmı mutlaka görmelisiniz. Müzeyi gezmek, Birleşik Krallık'taki birçok müze gibi ücretsiz.
Kelvingrove Müzesi'nin hemen karşısında Glasgow Üniversitesi'nden bir profesörün 1950'li yıllarda kurduğu Hunterian Sanat Galerisi yer alıyor. Hunterian Sanat Galerisi, İskoçya'nın en fazla resim içeren müzesidir. Bu müzeden sonraki durağımız şehrin en sonunda yer alan Burrell Koleksiyonu oldu. 1944 yılında iş adamı sir William Burrel tarafından şehre armağan edilen koleksiyon, şehrin yıldızı olarak kabul ediliyor. Tek katlı ama geniş bir alana yayılan müzedeki objeler, vitraylar, goblenler ve resim koleksiyonu görülmeye değer nitelikte.
Müzeleri gezdikten sonra epey yorulmuş ve acıkmıştık :) Yemek için size tavsiye edeceğim yer Glasgow Sanat Müzesi'nin olduğu kısımlar. Borsa Meydanı olarak da bilinen bu meydandan geçerek St Vincent Caddesi'ne giderseniz tüm cadde boyunca bir çok ünlü markayı ve restaurant'ı görebilirsiniz.
İskoçya'yı gezmek isteyenlere tavsiyem Glasgow'a da uğramaları. Uğramaları dememin sebebi tamamen küçük bir şehir olduğu için. İskoçya gezinizi bence şu şekilde planlayın, 1.5 gün Glasgow, 2 gün Edinburgh, 1.5 gün de Aberdeen. Daha fazla zamanınız varsa rahat rahat gezmek her zaman iyidir tabii ki ama genelde zamanın da bütçenin de bir kısıtı oluyor :) Son tavsiyem de siz siz olun kış mevsiminde İskoçya'ya uğramayın! Kesinlikle yaz mevsiminde gitmenizi tavsiye ederim, yoksa inanılmaz bir soğuğa maruz kalmaya hazırlayın kendinizi. Hepinize iyi gezmeler :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder